7 Şubat 2009 Cumartesi

Benoit Pioulard: Gürültü ve melodinin hassas dengesinde...

.

Pastoralliğe pedal çeviren bir banliyö entellektüeli, yaşı genç kendi olgun narin bir ruh Benoit Pioulard… Yüzündeki ifadeye bakınca İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar romanındaki Veysel Efendi karakterine dair bir tasviri düşüyor aklıma:

"Bu açık mavi gözlü, narin ve soluk benizli efendi sanki sadece, inildeyen kemençenin titreşen incecik teliyle bağlıydı hayata..." İhsan Oktay Anar (2007)

Asıl ismi Thomas Meluch olan Beniot Pioulard’ın müzik serüveni, çocukluğunda annesinin yakın arkadaşı olan bir konser piyanistinden dersler alması ile başlıyor ve ilk gençliğinde davul, sonraları gitar, daha sonraları ise eline geçen her sazı kurcalarak ve akustik sesleri elektronik işlemlerden geçirerek kendi imkânları ile yaptığı kayıtlar ile devam ediyor.

Genelde "soundscape" elektro akustik müzikte yaygın olan, doğadan topladığı sesleri, gerek belli işlemlerden geçirip gerek yalın halleri ile kullanma geleneğini akustik enstrumanlarla harmanlıyor, pek şairane sözler yazıyor; eh bir de sürükleyici akorlar ve akılda kalıcı ama nitelikli melodilerle birleşen bu zenginlik, Pioulard’ın müziğinin benzerleri arasından kolayca sıyrılmasına sebebiyet veriyor. Tabi popüler müzik literatüründe bu beyin icra ettiği türe “deneysel folk elektronika” ismi veriliyor.

Debut albümü “Précis”i 2006’da Kranky etiketi ile yayınlayan Pioulard’ın, öncesinde kendi basıp eşe dosta dağıtmış olduğu üç demosu var. “Précis”in ardından gelen “Fir”, “Lee”, “Enge” isimli üç kısa çalardan sonra, geride bıraktığımız 2008’de yine Kranky’den yayınlanan “Temper” albümünü pek ses getirmemiş olsa da, yıl içinde yeni dönem folk’una sağından solundan bulaşan albümler içinde beni en sürükleyenlerden biri olarak ansam abartmış olmam sanırım.

Bu albüme istinaden kendisi ile gerçekleştirmiş olduğum söyleşinin üzerinden bir miktar zaman geçmiş olsa da, bu yazıda Pioulard’dan yaptığım alıntıların kaynağı bu söyleşiye dayanıyor.

Benoit Pioulard albümde nadir duyulan üflemeliler dışındaki her enstrümanı kendisi çalıyor, ormanlarda bisikleti ile çıktığı uzun gezilerde sesler topluyor, şarkılarını tek mikrofon, tek kanallı bir mixer ile kaydediyor, bu aşamada günümüz kayıt teknolojileri dikkate alındığında mütevazı olarak nitelendirebilecek Garage Band isimli program ile kaydediyor. Ortaya oldukça amatör, bir o kadar samimi, gürültü ve melodinin hassas dengesindeki bu kırılgan müzik çıkıyor.

Sahneye çıkarken nasıl bir düzenleme yaptığına gelince, sahnede parçaların aynılarını çalmadığını, genellikle davul, vokal ve elektronik seslere odaklandığı düzenlemeler yaptığını söylüyor. Kaydettiği her parçanın belli zamanlarda belli koşullar ve hissiyatlarla ortaya çıktığını, sahneye çıkıp aynı ruh haline bürünüp onlara hayat vermenin müziğe yaklaşımında felsefik bir sorgulama yarattığını söylüyor ve ekliyor:

"Aynı kelimeyi sürekli tekrar edersen anlamını yitirir ya hani, bu da öyle bir şey."

Sinema, edebiyat ve fotoğraf gibi sanat dallarına olan ilgisi ve doğaya olan düşkünlüğü de Pioulard’ın müziğini besleyen yegâne ögelerden. Üniversitede Karşılaştırmalı Edebiyat ve Sinema eğitimi almış; albüm kapaklarını kendisi tasarlıyor, müziğine videolar çekiyor, bolca okuyor ve yazıyor. Söyleşiyi yaptığım dönemde ne okuduğunu sorduğumda Will Self’ten “Psychogeography” ve Gertrude Stein’dan “The Making of Americans” a değiniyor. O sıralar kimleri dinlediğini sorduğumda ise Arvo Part, Steve Reich ve Henry Gorecki cevabını veriyor.

Pioulard’a tasarıları arasında stüdyo koşullarında profesyonel ses mühendislerinin dahil olduğu bir prodüksiyon olup olmadığını sorduğumda ise bunu bir süre düşündüğünü, ama müziğinin özünde kayıt esnasında kontrolün kendisinde olmasını gerektirdiğini ve stüdyo aşamasında kayıtlardaki mükemmel olmayan kısımların giderilmesinin müziğinin ruhunu zedeleyeceğini düşünüyor, ayrıca kayda dahil olan dip sesleri pek seviyor.

İşte müzikteki mucize ne zengin armonilerden, ne enstrümantal yetkinlikten, ne süper kayıt teknolojilerinden, ne de dâhiyane bestecilikten geçiyor. Bazen bir gürültü patırtı, bir dinginlik karmaşa, bir hüzün bir coşku öyle bir süzülüyor ki birinin ruhundan, işte o samimiyet yaptığı müziğin onun benliğinin ötesine geçip, başkalarının onun haline dâhil olmasına sebebiyet veriyor.

Pioulard’ın da en sevdiği şair olan T.S. Eliot’ın pek ünlü bir sözü vardır: “Yalnızca ileri gitme riskini göze alanlar ne kadar ileri gidebileceklerini keşfedebilirler.” Pioulard’ın küçük odasından çıkan kayıtlar kıtaları aşıyor; ikili ilişkilere, varoluşsal sorgulamalara, gündelik hayatın detaylarına dair sayıklamaları tüm içtenliği ile dinleyenin özel alanına öyle bir inceden süzülüyor ki, Pioulard gerçekten ileri gidiyor.

*Bu yazı Stüdyo İmge'de yayınlanmıştır.

1 yorum:

Şehirli Derviş dedi ki...

Güzel olan ifade etmeye çalıştığı şeyleri yerli yerinde edebiliyor olması.Bu bakıma daha 20li yaşlarda bir sürü dişliyi sıyırmış müzisyen sayabilirim. Benoit de onlardan biri pek tabii sayılabilir.